0535 246 23 62

Ünlü Neyzenler

Neyzen Halil Dikmen

Halil Dikmen; 1906yılında İstanbul’da doğdu ve Güzel Sanatlar Genel Müdürü görevinde ikenAnkara’da 17 Ekim 1964’de vefat etti. Halil Dikmen ressam ve neyzenimizdir.1927’de Güzel Sanatlar Akademisi Resim bölümünü bitirdi. 1927-1931 yıllarıarasında resim tahisline Paris’te devam etti.Dolmabahçe Sarayı VeliahdDairesinde 1937’de kurulan Resim ve Heykel Müzesinin kurucu müdürü olarak 15yıl sürdürdü. Ressam olarak değerli tablolar meydana getirdi. Emin Yazıcı’danney dersleri aldı. Öğrencilerinden en tanınmışı Niyazi Sayın’dır. Neyzen AhmetYakupoğlu’nun kaydettiği bazı taksimleri bugün elimizde bulunmaktadır. (Öztuna,I/224)

Halil Dikmen'in aynı zamanda kudretlibir neyzen olduğunu galiba Kütahyalı ressam ve neyzen Ahmet Yakupoğlu ile 1980'lerinsonunda yaptığım bir röportaj sırasında öğrenmiştim.
Yakupoğlu, neyhocasından o kadar büyük bir saygıyla ve hayranlıkla söz etmişti ki, merakakapılmamak imkânsızdı. Neyzen Niyazi Sayın'la Mimar Turgut Cansever'in de onun"rahle—i tedris"inden geçtiklerini öğrenince merakım yazma arzusunadönüştü. Evet, Halil Dikmen'i yazmalıydım, ama nasıl? İlk yazma denemem hayalkırıklığıyla sonuçlanmıştı; İstanbul Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nde yıllarcamüdürlük yapan, hayatının son yıllarında da Güzel Sanatlar Genel Müdürü olarakciddi faaliyetlere imza atan bu büyük sanatkâr, Türk resim tarihiyle ilgilikitaplarda birkaç paragrafla geçiştiriliyordu; hiç kimse "Halil Dikmenkimdir, neyin nesidir, ne yapmıştır?" diye merak edip doğru dürüst araştırmamıştı.

Bir gün Akademi Mimarlık ve Sanatkoleksiyonunu tararken Haziran 1965 tarihli sayısında Nurullah Berk'in"Halil Dikmen" başlığını taşıyan yazısını görünce ne kadarsevindiğimi tahmin edebilirsiniz. Arka sayfalarda da Ahmet Kutsi Tecer'insözkonusu sergide yaptığı açış konuşmasının metni ile birkaç kısa yazı yeralıyordu. Derhal bu yazıların fotokopilerini alıp arşivimdeki ilgili dosyayayerleştirdim. Aradan birkaç yıl geçti; okuduğunuz bu yazıları yazmak için evinegittiğimde, Niyazi Sayın, Konservatuvar'daki öğrencilerinden birinin hocasıhakkında bir mezuniyet tezi hazırladığını söyledi ve kütüphanesindeki nüshayıçıkarıp verdi. Hızlı bir şekilde gözden geçirdiğim tezde benim de ulaştığımyazılar toplanıp bir araya getirilmişti; fazla olarak Dikmen'in ablası HalideDikmen ve yeğeni Mefkure Öktem'le yapılmış, başka türlü ulaşılamayacakbilgilerin yer aldığı kısa röportajlar vardı.
Halide Dikmen, üçkardeş olduklarını ve Fatih'te, bahçeli bir evde dünyaya geldiklerinisöylüyordu; dayıların, teyzelerin ve dedenin de yaşadığı büyük, kalabalık birev. Babaları Mehmet Haşim Bey, güzel sesli, Leon Hanciyan'dan uzun süre dersalmış bir musiki sevdalısıydı ve yaz mevsimlerinde bahçede sık sık musikitoplantıları düzenlerdi. Halil, bu toplantıları evin penceresinden hayranlıklaseyrediyor, özellikle Neyzen İhsan Hoca'nın ney üfleyişini dikkatle takipediyordu. Ve birgün ilgisi farkedilince ney dersleri başlayıverdi. Bir süreİhsan Hoca'nın hediye ettiği ney'le haşır neşir olduktan sonra babasınınKapalıçarşı'dan aldığı ney'e aşkla bağlanıp bu sazı âdeta uzviyetinin birparçası haline getiren ve Eyyubî Ali Rıza Bey'den de nazariyat dersleri alanHalil Dikmen, on dört—on beş yaşlarına geldiğinde enikonu ney üflüyordu.

Musikiye böylesine aşkla bağlananHalil Dikmen, eğitimine niçin bu alanda değil, Sanayi—i Nefise'de devametmişti, daha doğrusu, bu tercih kendisine mi, ailesine mi aitti, bilmiyoruz.Bildiğimiz Harbiye Nezareti'nde görevli bir asker olan dayısı, Halil'i elindentutup Sanayi—i Nefise Mektebi'ne götürmüş ve "Alın, size küçük bir arkadaşgetirdim" diyerek Hikmet Onat'ın sınıfına sokmuştur. Yıl 1923 olduğunagöre, on yedi yaşına basmış olması gereken Halil (1906'da doğmuştur), sınıfarkadaşlarından heykeltıraş Zühdü Müridoğlu'nun tarifine göre, ince uzun boylu,zayıf, sarışın ve yaşından küçük gösteren sevimli bir çocuktu. Bu görüşünden vesesinin güzelliğinden dolayı "Florya" lâkabı ona muhtemelen ogünlerde sınıf arkadaşları tarafından takılmıştır.
HalilDikmen'in Sanayi—i Nefise Mektebi'ndeki öğrencilik hayatı hakkında fazlabilgimiz yok. Ancak çok başarılı bir öğrenci olduğu, mektebi birinciliklebitirmesinden anlaşılıyor. 1927 yılında Avrupa'ya gönderilecek öğrencileriseçmek için yapılan imtihanda da Yangın adlı tablosuyla birinciliği okazanmıştır. Hocası İbrahim Çallı'nın bu tablo hakkında "Halil'in resmindebelli bir kişilik ve modern bir hava var" dediği söylenir. Kendisi gibiseçilmiş bir grup genç ressamla birlikte daha yüksek bir resim eğitimi almaküzere Paris'e giden genç Halil, neyini ve eski musikimizin Hamparsum notasıylayazılmış seçkin eserlerini yanına almayı ihmal etmemiştir.

İstanbul'da öğrenciliği sırasındayaptığı peyzajlarda renkçi görünse de, Albert Laurens'den ayrılıp Andre LhoteAtelyesi'ne geçtikten sonra valörcü bir anlayışı benimseyen ve sanat hayatıboyunca, Nurullah Berk'in ifadesiyle "renkten fazla desene, desenden fazlada ışık—gölge kombinezonlarına" önem veren Halil Dikmen, Louvre Müzesi'nigezerken önemli tabloları kompozisyon bakımından dikkatle inceliyor, krokidefterine taslaklar çizerek Tiziano, Tinteretto, Raphael, Leonardo gibi büyükressamların ışık—gölge problemlerini nasıl çözdüklerini anlamaya çalışıyor vedüşündüklerini kaydediyordu. Zor olana talipti ve müthiş bir çalışma azmi vardı;Paris'te alabileceği her şeyi almak niyetindeydi. Salon D'Automme'da resimlerisergilenen ilk Türk ressamı olması, gözünü diktiği hedefe ulaştığınıgöstermektedir. Bu büyük başarıyı kazandığı 1929 yılında, Guimet Müzesi'ndeoryantalistlere Türk musikisi hakkında bir konferans vermiş ve ney'le örneklerseslendirmiştir. Bir gün de bir sanat gecesinde bilinmeyen bir şark sazı çalanTürkiyeli gençten sazını icra etmesi istenir; dinleyenler on dakika sürentaksimi o kadar beğenirler ki hararetli alkışlarla tekrar etmesini rica eder,sonra genç sanatkârın etrafını merakla çevirip ney'i ellerine alır, inceler,ses çıkarmaya çalışırlar. Başaramayınca yardımcı bir âlet kullanıpkullanmadığını anlamak için Halil Dikmen'in ağzını kontrol ederler. Hâsılı, bukadar basit bir sazdan bu etkileyici sesin nasıl çıkabildiğini bir türlüakılları almaz.

Halil Dikmen, kalbini ülkesine vekültürüne gizli tellerle bağlayarak hayatına ayrı bir anlam kazandıran ve belkide Fransa'daki günlerini yaşanır kılan eski musikiyi hiç ihmal etmemiş, kaldığıbütün otel ve pansiyon odalarını Fransızlar tarafından Bach'ın müziğine ve orgsesine benzetilen ney sadalarıyla inletmişti.

Paris'teki eğitimini başarıylatamamlayarak 1931 yılında yurda dönen Halil Dikmen bambaşka bir Türkiye ile karşılaştı.Harf inkılabı yapılmış; musikimizin hayat kaynaklarından biri olan tekkelerinkapılarına kilit vurulduğu gibi Darülelhan konservatuvara dönüştürülerek TürkMusikisi Bölümü kapatılmıştı; Türk musikisi aleyhinde de ağır bir havaesiyordu. Halil Dikmen, bir neyzen olarak, yurda dönünce bu ortamdan olumsuzetkilenmiş olmalıdır; ancak bize öyle geliyor ki, kısa bir süre sonra,Paris'teki eğitiminin bir devamı olmak üzere Almanya, Avusturya ve İtalya'yagönderilmesi, şoku hafif atlatmasını sağlamıştır.

Altı ay boyunca üç ülkede bütün önemlimüzeleri gezerek özellikle Rönesans ressamlarının eserlerini inceleyen HalilDikmen, bu seyahati tamamladıktan sonra kendini Kayseri Lisesi'nde "resimmuallimi" olarak buldu. 1930'ların Türkiyesi, bütün olumsuz şartlararağmen ciddi bir kaynak ayrılarak Paris'te eğitim görmeleri sağlanan gençressamlara, yurda döndüklerinde, İstanbul yahut Anadolu liselerinde resimöğretmenliğinden başka imkân sunamıyordu. Paris'te üç yıl boyunca resimsanatının çetin problemleriyle boğuşarak kendini yetiştiren Halil Dikmen,"ney'i ve paletiyle Kayseri'nin sessizliğine" gömülmüştü. Her şeyerağmen zengin resim bilgisini ve tecrübesini Anadolu'nun kavruk çocuklarınaaktarıp görevini en iyi şekilde başarmak için canla başla çalışan (NurullahBerk, buna "faydasız bir çaba" diyor) Halil Dikmen, Kayseri'deelbette mutsuzdu ve sanat heyecanını sadece ney üfleyerek dindirebiliyordu.Aynı tarihlerde aynı lisede edebiyat öğretmenliği yapan Abdülbaki Gölpınarlı,yıllar sonra Turgut Cansever'e Kayseri gecelerinde Halil Dikmen'in neyindendinlediği yakıcı nağmeleri uzun uzun anlatmıştır.

Ahmet Kutsi Tecer, Halil Dikmen'leSivas Maarif Müdürü olarak görev yaparken bir vesileyle gittiği Kayseri'detanışmış ve hemen kaynaşmıştı. Rönesans kültürünü farklı yönlerdeninceledikleri için konuşacak çok şey bulduklarını ve Lâhit adlı şiirini, dinçsanat ruhuna ve derin kültürüne hayran olduğu bu büyük sanatkâra o gününhâtırası olarak armağan ettiğini anlatan Ahmet Kutsi, daha sonra Milli EğitimBakanlığı Tedrisat Müdürü olacak ve 1936 yılında sevgili dostunun resimöğretmeni olarak Galatasaray Lisesi'ne tayin edilmesini sağlayacaktır. AncakHalil Dikmen'in bu görevi uzun sürmez. Kızkardeşinin anlattığına göre,Akademi'de yapılan bir toplantıda Atatürk o sırada müdür olan Namık İsmail'e"Bir müzeniz var mı?" diye sorar. "Hayır" cevabını alınca"Derhal bir resim ve heykel müzesi kurulacak!" emrini verir veetrafına şöyle bir bakındıktan sonra Halil Dikmen'i göstererek ilâve eder: "Bugenç arkadaşımız da kurulacak müzeye müdür olsun!" Bu rivayetin ne derecedoğru olduğunu bilmiyoruz; ancak taşradan İstanbul'a yeni gelmiş genç bir resimöğretmeninin birdenbire tecrübe gerektiren bir göreve tayini ancak böyle biremirle mümkün olabilir. 7 Haziran 1937 tarihinde Devlet Resim ve Heykel Müzesimüdürlüğüne resmen tayin edilen Halil Dikmen, Lepold Levy ve Cemal Tollu'ylabirlikte hızlı bir çalışma dönemine girer. Daha çok Dolmabahçe Sarayıkoleksiyonlarından seçilerek oluşturulan müze için aynı sarayın Veliahd Dairesitahsis edilmiştir ve Halil Dikmen ömrünün tam yirmi dört yılını buradageçirecektir.

Halil Dikmen'in müdürlüğü sırasında,Devlet Resim ve Heykel Müzesi devrin sanat ve edebiyat adamlarının uğrakyerlerinden biridir.

Ressamlar, şairler, yazarlar,gazeteciler, musikişinaslar, hattatlar, müzehhipler geçerken şöyle biruğrayıverirler. Son derece geniş bir çevresi vardır; ziyaretine gelen bütündostlarını tatlı gülümseyişiyle ve "erenler", "mîrim","sultânım". "cânım efendim" gibi, İstanbul beyefendilerinehas hitaplarla karşılar.

Turgut Cansever, devrin birçoktanınmış simasını onun yanında tanıdığını söylüyor. Mesela İstanbul'un beyazabüründüğü bir kış günü birlikte Dede Efendi'nin Ferahfeza Peşrevi'ni çaldıklarısırada Âsaf Halet Çelebi gelmiş ve büyük bir heyecanla dinlediği peşrevbittikten sonra yeni yazdığı Sema—i Mevlânâ şiirini okumuştur. "Bir günde, diyor Cansever Hoca, Halil Bey'le Aziz Dede'nin Yegâh Saz Semaisi'nimeşkediyoruz. Zeki Faik İzer askerden o günlerde dönmüştü. İçeri girdi, semaiyiduydu, oturdu, bizi durdurdu, "Halil, dedi, biliyor musun? Erzurum'daçadırda yatıyordum. Müthiş bir tipi vardı. Sabaha kadar hiç uyumadım, tipi vefırtınayla birlikte sabaha kadar Aziz Dede'nin bu semaisini dinledim".Ahmet Hamdi Tanpınar da bir gün aziz dostunu uzun uzun dinledikten sonra"Halil, bu yaptığının ne kadar büyük bir iş olduğunu bilemezsin. BununlaTürkiye'yi yeniden inşa ediyorsun! " demiştir.

Yeni Türkiye'nin dünyaya bakışını vesanat anlayışını temsil eden bir kurumda, bizzat bu kurumun müdürü tarafından,aynı anlayış yönünde şekillendirilmiş diğer kurumların, yani konservatuvarlarınkapı dışarı ettiği bir musikinin en saf biçimiyle yaşatılması aslında ironikbir durumdur. Halil Dikmen'de muhtemelen özlediği terkibin ve kültürdevamlılığının somutlaşmış halini gören Tanpınar'ın "Türkiye'yi yenideninşa ediyorsun!" sözüyle ne demek istediğini anlamak için Huzur'u okumalıdır.Bu romanda Halil Dikmen, Ressam Cemil adıyla Neyzen Emin Dede'nin talebesiolarak "kumral Saksonya fağfuru çehresi" ve "tatlıgülümseme"siyle birkaç defa görünür.

Halil Dikmen'in Emin Dede'yle,Sanayi—i Nefise'deki öğrenciliği sırasında tanışmış olması gerekir. Hiçşüphesiz bu tanışıklık, kültür tarihimiz açısından çok büyük önem taşıyor.Salim Bey ve Aziz Dede kanalıyla gelen üslûbu Tophane'deki evde Emin Dede'denteslim alıp kendi talebelerine devreden Halil Dikmen'in şah ve mansurneylerinden çıkardığı sesin olağanüstülüğü hâlâ bir efsâne gibi anlatılır.Niyazi Sayın, "Hocam öyle üflüyordu ki, ben ney üflemektenutanıyorum" diyor. Kendinden söz etmeyi hiç sevmeyen Halil Dikmen, NiyaziBey'in anlattığına göre, ne zaman ney'ini eline alsa, "Çoktan beriüflemedim, ney'e su koyuver" der ve "Emin Efendi hoca şöyle birşeyler yapardı, bakalım ben de yapabilecek miyim?" diye üflemeye başlardı.

Radyoda çalarak yahut sahneye çıkarakşöhret kazanmayı aklının ucundan bile geçirmeyen Halil Dikmen, yok olma tehlikesiylekarşı karşıya bulunan bir geleneği yaşattığını biliyor ve bu geleneğin devametmesi için meraklı gençlere hiçbir karşılık beklemeden ders veriyordu. Onutanıyanlar, ressam ve neyzen olarak büyük sanatkârlığının yanısıra, yüksekahlâkından da etkilenirlerdi. Esasen Halil Dikmen'den ney öğrenmek isteyenlerinçoğu birkaç ders sonra işin zorluğunu görerek vazgeçiyor, fakat sadece muhteşemney'ine değil, bir ahlâk adamı olarak mükemmelliğine, zarafetine veçelebiliğine de hayran kaldıkları için ondan kopamıyorlardı. Niyazi Sayın birgün müzeye giderken bahçede, Halil Dikmen'den öteden beri ney dersleri olan birarkadaşına rastlar ve hatırını sorar; gencin sözleri çok anlamlıdır:"Niyazi, ben artık ders almayacağım, çünkü onun yaptıklarını yapmaya imkânyok. Ama şunu bil ki, yine hocaya geleceğim; ney dersi almak için değil, ahlâkdersi almak için!"

Bir yıl kadar sonra müzedeki görevineek olarak Güzel Sanatlar Akademisi'ne tayin edilen Halil Dikmen, ResimBölümü'ndeki öğrencilerini de aynı şekilde etkileyecektir. "Kişinin nedenli erdemli ve kusursuz olabileceğini onda gördüm" diyen Devrim Erbil,derin bilgisi ve hoşgörüsüyle benzerine az rastlanır bir sanat gönüllüsü olanhocasından duyduğu her sözün hayatı güzelleştiren ve anlamlı kılan bir havataşıdığını söylüyor.

Müze ve Akademi'deki görevlerinerağmen resme hiç ara vermeyen ve sürekli çalışan Halil Dikmen'i akademiksayarak küçümseyenler olmuştur; ancak Devrim Erbil'in belirttiği gibi, resimeleştirmenlerini bu kanaate vardıran ondaki klasisizm tutkusudur. YahyaKemal'in şiirde yaptığı gibi, tercihini klasikten yana koyarak büyük sabır veçalışma azmi gerektiren eserleri sevmiş, kendisi de böyle eserler vermiştir.Paris'te ışık—gölge ve valör meseleleri üzerinde ısrarla duruşu, az renklihacim araştırmaları ve Rönesans resmine düşkünlüğü bu tercihinin kaçınılmazsonucudur. Ancak Rönesans ressamlarının aksine dikine biçimden kaçarak gerçeğebağlı kalan Halil Dikmen hiç şüphesiz renkçi değildi; ancak, yine DevrimErbil'in ifadesiyle "biçimlerini kabartıp çökertirken ışık—gölgeye rengiezdirmiyor, valörü renkçi bir yorumla ele alıyordu". Onun resim anlayışıbütün hüviyetiyle Mermi Taşıyan Kadınlar, Balıkçılar, Portakal Toplayanlar gibisosyal meseleleri ele aldığı, Rönesans klasiklerini hatırlatan âbidevîkompozisyonlarında görülebilir. Gelip geçici modalara pek iltifat etmiyor vebilgiye dayanmayan çıkışları ciddiye almıyordu. Sanatın "bilgisiz biriçten doğuş olmadığına" ve "acemilikten doğan gözüküşler"inüslûp sayılamayacağına inanmıştı; üslûp ancak "temiz bir biçim duygusununbilgiyle örülmesinden doğar"dı. Çağdaşlarından hiçbirinin erişemeyeceğigenişlikte bir teorik bilgiye sahipti; öyle ki, yeni Türkiye'nin"resmî" ideallerini gözardı eden D Grubu'nun ne yapmak istediğini, bugelişmeden rahatsız olduğu anlaşılan Mustafa Kemal'e izah etmek, grup üyesiolmadığı halde ona düşmüştü.

Halil Dikmen, önceleri uzak durduğu DGrubu'na, 1939 yılında açılan sergide eserleriyle yer alarak katılmış oldu.Gönlü her zaman klasikten yana olmakla beraber modern resim akımlarını da gözardı etmiyordu; nitekim Paris'te kübizmle bir hayli ilgilenmişti. 1930'dansonra Köylü Kadınlar ve Neyzenler gibi figüratif soyutlamalar da yapan Dikmen,1950'lerin başlarında saf soyutla ilgilenmeye başladı. Ahmet Kutsi Tecer, o tarihlerdebir gün aziz dostunu ziyaret maksadıyla müzeye gittiğini, onu ve Zeki Faikİzer'i beyaz gömleklerini giymiş, şövalelerinin başında çalışırken bulduğunuanlatıyor. Halil Dikmen soyut bir resme başlamıştır; geometrik formlarbirbiriyle kesişerek petek gibi sımsıkı bir dokuya dönüşmektedir. Ahmet Kutsi"Halilciğim, der, niye boşuna yoruluyorsun. Bilseydim gelirken sana birkaleidoskop getirirdim!"Gülüşürler; fakat Halil Dikmen'in dudaklarındacümle haline gelmeyen küçük bir sitem tebessüm halinde donup kalır: "Ammayaptın erenler!"

Ahmet Kutsi, bu hadiseyi anlattığıkonuşmasında yaptığı şakanın anlamsızlığını belirtmek için "Bu tuvalin,Dikmen'in altı genç yılını gömdüğü Kayseri'de dokunan kilim ve halılardaki renkve şekil düzenini tahlil eden bir araştırma olabileceğini kavrayamamıştım"diyor. Buna karşılık, Dikmen'in soyutlamayı "kübist deformasyon"olarak anladığını ileri süren Sezer Tansuğ, Cemal Tollu'nun bir yazısınadayanarak onun non—figüratif resmi, halı, eski yazı vb. gibi gelenekseldekoratif sanatlardan tamamiyle ayrı bir plastik endişenin ifadesi olarakgördüğünü söylüyor. Tansuğ'un sözünü ettiği yazıda, Dikmen'in bu sonucavarılmasına yol açacak herhangi bir ifadesi yoksa da, stilizasyona dayanansoyutlamayla modern soyutun farklı anlayışlar olduğunu düşündüğü tahminedilebilir. Halil Dikmen'den söz edildiği zaman, asıl merak edilmesi gerekenhusus, ilgilendiği musiki ile kendi resmi arasında herhangi bir ilişki bulunupbulunmadığıdır. Niyazi Sayın, hocasının özel sohbetlerinde zaman zaman resimlerindekibiçim ve renk düzeniyle taksimlerindeki ses istifleri arasında bazı ilişkilerkurduğunu söylüyor.

CHP'nin 1939 yılında başlattığı yurtiçi resim gezileri çerçevesinde, 1940 yılında Giresun'a gönderilen ve dokuzeserle dönerek o yılın birincilik ödülünü kazanan Halil Dikmen, başta DevletResim ve Heykel Sergileriyle D Grubu sergileri olmak üzere yurt içinde ve yurtdışında birçok sergiye ve Venedik Bienali'ne katıldı. 1961'de tayin edildiğiGüzel Sanatlar Genel Müdürlüğü sırasında müzelerin, sanat galerilerininAnadolu'da yaygınlaşması ve Türk resminin yurt dışında en iyi şekilde temsiledilmesi için —mizacına aykırı bir iş olduğu halde— bürokrasiye karşı verdiğimücadele olağanüstüdür. Ancak dostlarının çoğu, son görevinin Halil Dikmen'içok yıprattığını söylüyorlar.

Önce ciğerlerinden hastalanarakİstanbul'da, Valdebağı'nda bir süre tedavi gören Halil Dikmen, 17 Ekim 1964'tegörevi başında geçirdiği kalp kriziyle hayatını kaybetti. Dostları, öldüğüneinanmak istemedikleri o güzel insanı, hüzünlü, soğuk ve rüzgârlı bir ekimakşamı Üsküdar'da, araba vapuru iskelesinde karşıladılar. 21 Ekim'de GüzelSanatlar Akademisi'yle Resim ve Heykel Müzesi'nde yapılan törenlerden sonraFındıklı Camii'nde cenaze namazı kılındı ve Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağaverildi. Onu ressam bilenlerin gözlerinde renkler ve şekiller uçuşuyor, neyzenolarak tanıyanların kulaklarında olağanüstü taksimlerinin nağmelerigeziniyordu. Bir gün yolunuz Devlet Resim ve Heykel Müzesi'ne düşerse kulakkesiliniz; siz de duvarlara ve müzeyyen tavanlara sinip kalmış ney nağmelerinihissedeceksiniz.



Etiketler:


İletişim Bilgileri

  • Adres: Erenköy Mah. Cüretkar Sk. No:9 - Selçuklu / Konya
  • Telefon: 0535 246 23 62
  • Fax:
  • Email: neyyapimi@hotmail.com

İletişim Bilgileri

  • Adres :

    Erenköy Mah. Cüretkar Sk. No:9 Selçuklu / Konya

  • Tel :

    0535 246 23 62

  • Fax :

  • E-mail :

    neyyapimi@hotmail.com

Ney Yapımı | Ney Konya | Ney Kursu | Ney Fiyatları | Ney Yapımı Videolar

© 2017. Ney Yapımı | Ney Konya | Ney Kursu | Ney Fiyatları | Ney Yapımı Videolar www.neyyapimi.net